Belki,birçoğunuzun içgüdüsel olarak varlığından haberdar olduğu fakat diline yerleşmediği  esrarlı bir noktadır ,Timüs Bezi.

Tiroit bezinin altında ve soluk borusunun önünde olan bu bez,genç ve sağlıklı kalmanın en önemli noktalarından biri,daha da önemlisi hayatta kalmamızın anahtarı olan bağışıklık sistemimizin kilit kısmıdır.

Bugün ,Dr.Mithat BOZ'un "Timüs ü Dövmek Lazım " adlı tıbbi yazısından alıntılar yaparak Kuran ve zikir arasındaki bağlantıya bir nebze açıklık getirmek ve bunun insan sağlığı ve mutluluğu üzerine açılımlarını yapmak istiyorum.

Timüs ne kadar titreşirse bağışıklık sisteminiz o kadar güçlenir ve sağlıklı, uzun bir ömür yaşarsınız.

Bu sebeple derler ki,timüsünüzü eşşek sudan gelinceye kadar dövün!!!

Nasıl mı ?

Anadolu da yaşayan kadınların ağıt yakarken sürekli ellerini göğüslerine vurduğunu hepimiz biliriz.
Bu istemsiz el hareketi yada adına refleks diyelim,beynin otomatik olarak gerçekleştirdiği bir 
eylemdir.Bu sayede beyin,acıdan kaynaklanan bedensel durumun,bağışıklık sistemini çökertmemesi için timüsü aktive etmeye çalışır.

Biliyorsunuz ki,düşüncelerimiz duygularımızdan kaynaklanır.Ve duygusal hallerimiz hormonlarla düzenlenir.
Her hormon bedendeki kimyamızı değiştirir ve "felek" yani şimdiki adı ile enerji alanı yaratır.

Yapılan bilimsel araştırmalar,timüs bezinin aktive edildiği anda bedene salgılattığı hormonlar aracılığı ile mutluluk ve haz yaşattıgını kanıtlamıştır.Mutluluk ve haz içinde olan bir beden de, alanında pozitif yüklü enerji bulundurdugu için uzun ve sağlıklı bir ömrün kapısını açar.

Timüs,çocukluktan ergenliğe kadar büyür ve sonraki aşamada küçülmeye başlar.
Yetişkin çağlarda timüs,çoğu insanda çok küçük bir hale gelir ve aktivasyonu körelir.
Bunun yanında bilimin çözemediği, bazı insanlarda ilerleyen yaşlarına rağmen timüs bezinin,ceviz büyüklüğünü koruması ve aktivasyonuna devam etmesidir.

İşte burada öyle derin bir sır var ki,size de okur okumaz aynı mesajı verdimi bilmiyorum.

Timüs zikir ile güçleniyor.


Şimdi gelelim timüs ün zikir ile nasıl aktive edildiğine ,

Bize Kuranı-Kerim de yada Peygamber Efendimizin sünnetlerinde yapmamız söylenen tüm ibadet adı altındaki eylemler yalnızca sağlıklı,mutlu, uzun bir ömre sahip olmak için.Örneğin,

-Peygamber efendimizin sağ eli üzerine yattığının söylenmesi,insan bedeninde yalnızca sağ elinde olan uyku baloncuklarının beyine uyku sinyali göndermesi,kaliteli uykunun bedene sağlık olarak geri dönmesi.Kabe ye doğru uyuması,yine evrenin enerji yükü en yoğun manyetik alanının Mekke de olması.

-Tebessüm sadakadır derken,insan bedeninin gülümserken bedene şifa veren hormonları salgılıyor olması ki artık doğru hormonal yapının sağlıklı bir düşünce ve beden olduğunu artık biliyoruz .Bunun gibi ,yüzlerce örnek gösterebilirim fakat konudan çok sapmak istemediğim için burada özünü vererek örnekleri bitirmek istiyorum.

Bugün,Peygamber Efendimizin hayatı boyunca yalnızca üç tel saçının ağardığını,ve hatta sünnetlere bağlı yaşayan sahabelerinin,gelmiş geçmiş tüm Allah dostlarının adeta yaşlanmadığını,yüzlerinin kırışmadığını ve huzurlarının hep daim olduğunu söylesem bana güler misiniz ?

Denemesi bedava :)

Bilim şu anda zikir ve timüs arasındaki ilişkiyi yüzde yüz bulmuş olmasa da,zikirin insanın manyetik alanında pozitif enerji alanları yarattığını,bu kimselerin uzun ve sağlıklı bir ömür sürdüğünü söylüyor.

Bu alanda bu tezi kanıtlayan çok fazla bilgi sunabilirim fakat kavram karmaşası olmaması açısından burada bitirmek ve son olarak Timüs Bezi nin,yaşamımızı borçlu olduğumuz T HÜCRESİ  denilen zararlı AIDS gibi bağışıklık sistemini çökerten birçok hücreyi yok ettiğini kanıtladığını söylemek istiyorum.

Demem o ki ,Allah ın ,o Yüce Makam ın ,sizin  yada benim ibadetlerimize ihtiyacı yok.

O kudretli güç diyor ki ,sana söylediklerimi uygularsan yeryüzünde ve bir sonraki yaşam boyutunda cennet senindir.

Uygulamazsan,mutsuzluklar,hastalıklar zararlı olan herşey senindir.

KADERİMİZİ BİZE YAZDIRAN VE SEÇİMLERİMİZE BAĞLI KILAN YÜCE ALLAH IM 

herşeyi bir yasa,bir sistem üzerine var etmişken bize yalnızca onu daha fazla sevmek kalıyor.

Sevgi ve farkındalık ile.














Bazı cümleler vardır ki ,tonlarca bilgiyi içine alır ve o bilgiyi öyle vurucu bir biçimde yüzüne çarpar ki başka hiçbir şeye ihtiyacın kalmaz.

Ne varsa LOKMAN'da o senin HEKİM 'in... de bunlardan biri benim için.

Bu cümleyi sevgili Deniz ERTEN in işaret adlı kitabında gördüğümde aklımın içinde dönen havai fişekleri anlatmam mümkün değil :)

Tabiki kendi tarzım ile hem ilim hem de bilim çatısı altında, konuyu birleştirmeye çalıştım.

Blogumun açılma gerekçesinin, hayatta öğrenmenin ve tüm bilgileri birleştirmenin önemi üzerine birtakım çalışmalar yapmak oldugunu düşünürsek ,bazı insanların kolektif bilinç ile aradığımı sürekli gözler önüne seriyor olması elbette ki tesadüf değil.

İnsanın en büyük öğrenme problemi bir bilgiyi kabul ederken,diğer var olan tüm bilgileri reddetme yolunda bir model geliştiriyor olması.

Bu sebeple görüyorum ki bilgi ya içselleştirilemiyor ya da çok kısıtlı sınırlar içinde kalarak gelişemiyor.

Basit bir örnek vermek gerekirse,yıllardır tartışılan varoluş,

Ya Darwin çatısı altından yada İslami bakış açısı tarafından görülüyor, birleştirilemiyor  ve analiz edilemiyor.

Bu yüzden hala aynı konular dönüp dolaşmaya devam ediyor.

Oysa gerçek olmayan bir bilginin içinde bile küçük te olsa mutlaka doğruluk payı vardır ve başka bir çatı altında incelenirse eminim ki başka bir yerlere işaret edecektir.

Hayatımda öğrendiğim her bilgiyi,Kuranı-Kerim den başlayarak,birçok bilim dalı ile özdeşleştirmeseydim,o bilgiyi hayatın içinde bir yerlerde aramasaydım sanırım gerçek bu kadar çıplak bir halde gözlerimin önünde dönüyor olamazdı.

LOKMAN HEKİM hikayesi de bu modellemeyi doğru bir biçimde yapıyor oldugumuz da yine benim için önemli bir noktayı işaret ediyor.

Nasıl mı ?

Bugün birçoğumuz biliyoruz ki ,bedenimizin ürettiği duygular hormonlar aracılığı ile,hormonlar ise doğru beslenme ile sağlanıyor.

Sağlıklı beslenme yi insanlarımız daha uzun ya da estetik bir yaşam aracı olarak algılıyor olsa da, hayatının tümünün besin maddeleriyle oluştuğuna malesef çok dikkat etmiyor.

Artık kabul etmeliyiz ki vücudumuz bir makine ve sen o makineye ne verirsen o sana geri dönecek,nasıl bir yazılım yüklersen makinen o yazılım doğrultusunda çalışacak.

İnsan yaradılış noktasında en mükemmel şekilde dizayn edilip hayata gönderilmiştir ve aksini uyguladığında mutlaka ve mutlaka yalnızca kendisine zarar verecektir.

Bu konuda en sevdiğim örnek;

Yalan söylemenin dinimizde yasaklanmış olma gerekçesinin ,
Yalan söylerken vücudumuzun sodyum ve potasyum dengesinde varolan değişiklik ve bu değişikliğin insanı kalp hastalıklarına kadar götürüyor olmasıdır.

Görüyoruz ki ,bizler yalnızca bize gönderilen bilgiler ışığında yaşadığımızda en mükemmel versiyonumuza kavuşabiliyoruz.

Şimdi gelelim Lokman Hekim ve sağlıklı beslenme konusuna.

Kuranda zikredilen ve kendisine hikmet verilmesi sebebi ile Lokman ül Hekim diye maruf olan bu kişi,uzun ömrü,bitkiler ile konuşması ve dağıttığı şifa ile kendi adını taşıyan ayette  adından söz ettirmektedir.

Lokman Hekim,uzun ömrü sırasında dağları tepeleri aşarak her hastalığa şifa sunacak bitkileri öğrenmiş ve bir kısmını dönemin insanlığı ile paylaşmıştır.Hatta ilminde o kadar ilerlemiştir ki ölümsüzlüğün  sırrını bile öğrendiği, fakat yeryüzüne Allah tarafından gönderilen bir melek ile reçetesini kaybettiği iddia edilmiştir.

Peki işaret nerde diyebilirsiniz ?

Akıl sahibi birçok insan,Kuran da anlatılan hikayelerin tüm dönemlere cevap verebilecek incelikte bilgiyle dolu olduğunu ve mutlaka bir konuda kıssadan hisse verdiğini bilir.

Bugün bunları henüz bilimin gücüyle daha yeni yeni keşfediyoruz.

İnsan bedeninin doğadaki besin kaynakları ile ilişkili olduğunu iddia eden bir başka açıklama vardır ki "NE VARSA ALEMDE,HEPSİ ADEMDE"yine aynı konuyu ele alan başka bir güzelliktir.

Yani biz topraktan geldiğimiz söylenirken,aslında bir şekilde de topraktan aldıklarımız ile uzun ve sağlıklı bir ömre sahip olacağımızı,

topraktan gelen kaynaklar ile her türlü ruhsal ve bedensel hastalıklara şifa bulabileceğimizi biliyoruz.

Ve yine söylenin aksini yapan insana baktığımızda,

Paketli gıdaların içindeki mısır nişastasının,cola nın içindeki aspartanın, zeka geriliği ve kanser yaptığı bilimsel olarak kanıtlanmış olmasına rağmen, bunları tüketmeye ve çocuklarımıza tükettirmeye devam ediyor,

florür lü suyun zararlarını bilmemize rağmen bugünün hasta insanları olarak, hayat sandığımız bu yolda ilaçlara bağımlı halde sürükleniyor gidiyoruz.

Bugün onkoloji servislerinin ve birçok hastanenin müşterisi olma gerekçemiz bize söylenenleri yapmak yerine kendi kurduğumuz sanal besin maddelerini tüketiyor olmamız.

Bugün anti-depresan kullanarak şifa aradığımız ruhsal hastalıklarımızın sebebi,vücudumuzun doğru besinleri almadığı için doğru hormonları ve duyguları üretemiyor olması.

Hala bağırsak sisteminin vücuttaki ikinci beyin olduğunu,doğru besinlerle çalıştırmadığımızda  despresyon hastalığına yakalandığımızı bilmiyoruz.

Ama biz insanız,akıllıyız ve her zaman uyanmak için bekliyoruz.

O zaman bugünün uyananı bizler olalım ve yeni dünya düzenine papuç bırakmayalım.

Bu zehirleri tüketelim diye milyarlarca dolar reklam sermayesi oluşturup bilinçaltımıza yanlış tüketim kodları yerleştiren otoritelere karşı duralım.

En büyük düşmanımız da biz,en büyük dostumuzda.

Sevgi ve farkındalık ile.















Sevgili Atam;
Geçmişim ve geleceğim.
Sen gideli tam 79 sene oldu.
Her 10 kasım'da,bugün de olduğu gibi içimizdeki, derin özlemle anıyoruz seni.
Utanarak söylemek istiyorum ki çok şey değişti hayatımızda.
Senin sevgin ve bıraktığın o ölümsüz eserler bizden alınmaya çalışılıyor ve belki bizler bu savaşta biraz yenik düşüyoruz.
Oysaki sen "EY TÜRK GENÇLİĞİ",
Birinci vazifen,Türk istiklalini,Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa ekmektir demiştin ve bu uğurda kendi hayatını evlatlarına, feda etmiştin.
Bizler bugün,bilimde,sanatta ve senin işaret ettiğin tüm bu alanlarda ilerlemek üzere senden ders almışken, hala Özcan Deniz 'in eski sevgilisinin boynundaki dövmeyi konuşuyoruz.
Üretmek ve bilimle aydınlanmak yerine,günlük hayatlarımızı daha keyifli hale getirmek için kendi benliklerimizi unutuyoruz.
O kadar bireysel çıkarlar üzerine hesaplar yapıyoruz ki, ulusal beraberliğimizi ve bütünlüğümüzü yalnızca büyük bir tehtit altındayken yada Çanakkale Haftası gibi özel günlerde yalnızca hatırlayabiliyoruz.
Çok ayrıldık birbirimizden,çok ayrıştırıldık ve biraz da teslim olduk belki de.
Bu yüzdendir ki,ben damarlarımda gezen bu asil Türk kanı, hakettiği değerlere yeniden kavuşmadan her 10 Kasım'da senden daha da utanarak anacağım seni.
Sana anlatmak istediğim çok derdim var ama bunu yazmaya kelimeler yetmeyebilir.
Bugün sana layık evlatlar olamıyoruz ama inanıyorum ki Türk Ulus u her defasında seninde inandığın gibi kırıldığı yerden bir gün yeniden doğrulacaktır.
Sevgiyle ,umutla ve özlemle kalbimdesin





Büyük resmi göremeyen,insanlar sevgisizlik çölünün ab-ı hayat suyunu arayan yolcularıdır ve bir gün mutlaka susuzluktan öleceklerdir.

Bu benim hayat görüşüm,siz dünya ya bakarken hangi kelimeler ile tasvir edersiniz bilmiyorum.
Tüm okul hayatımda,fizik derslerinden nefret ediyor olmam ve bugünün doyumsuz fizik araştırmacısı olmam,eğitim dediğimiz hapishanelerin bizi hayata değil mevcut sisteme köle yetiştiren tuzaklar olduğunu anlamamın en büyük delili olsa gerek.
Ne yazık ki,küresel sanayinin işçiye ihtiyacı var, anlayan ve sorgulayan insanlara değil.

Şu anda yaşadığımız insanlık krizinin en büyük sıkıntısı sanayi devriminde kalkınırken,insanlık devriminde sürekli geriye gidiyor oluşumuz.Bir de bunun üzerine hızlı gelişen dünya nın tüketim dişlisinin çarkları olmamız,durup yaşadığımız kainatı ve kendimizi anlamamızı bize hatırlatmamıza fırsat bile vermiyor.

Lakin küçük farkındalıklar hayat kurtarır.

İlim, ipin ucunu tuttuğunuzda size öyle rengarenk bir yumak veriyor ki,elin sevgiyle bütünleşirse ortaya türlü türlü motifler çıkabiliyor.

Biliyorum ki ,hepimiz ten kafesimizin içindeki sorgulayıcı ruhun esiriyiz.
Bu sorgulama yolculuğunu günlük zevklerle terbiye ediyor olmak ve ondan kaçmak,insanın kendisinden kaçmasından başka birşey değildir.
Bize hediye edilen muazzam bir akıl var ve o akıl evreni anlamak için bizlere sayısız ip ucu veriyor.

Entropi bunlardan yalnızca bir tanesi.

Bazen algınızı ortaya koymakta zorluk çekersiniz,bu konuda benim için bunlardan bir tanesi.
Blogumdaki her yazıda,hayatın değil sistemin yani evrenin küçük yansımaları olduğumuzu vurgulamaya çalışıyorum.Bu gördüğümüz hayat,dünya,evren,kainat adına ne derseniz deyin,yalnızca fizik kanunları ile düzenlenmiş,farklı bilimler ve ilim kaynakları ile desteklenmiş bir mekanizma.
Mekanizmayı anlamadan sevgiye,aşka düşmemiz mümkün değil.

Gelelim ENTROPİ ye;
Termodinamiğin ikinci kanunu olarak kabul edilen ENTROPİ,yani "düzensizlik kanunu"evrendeki düzeni ortaya koyan en büyük delillerden biridir.
Ayrıca bu kanun evrenin ezeli olmadıgını ve bir başlangıcının oldugunu da ortaya koymaktadır.
Bu yasaya göre evrenin toplam enerji içeriği sabittir ve entropisi yani düzensizlik kanunu sürekli artmaktadır.

Özetle,bir sistemin düzenli bir yapıdan,düzensiz bir yapıya geçmesi o sistemin entropisini arttırmaktadır.
Bir örnek vermek gerekirse,
Evinizin iki odasında farklı düzende iki  kütüphaneniz oldugunu düşünelim.
Birinci kütüphane,kitapların alfabetik bir dizilişle ve sıralı bir numaralandırma ile raflara dizildiğini düşünelim.Her şey çok nizami değil mi ?
İkinci kütüphanede ise,kitaplar dağınık bir halde,ne bir alfabetik diziliş ne de sıralandırma var.
Karmaşık,düzensiz bir yapı.
Birinci kütüphanenin nizami yapısı olması,düşük bir entropiye sahip  olduğunu,
İkinci kütüphanenin ise dağınık ve düzensiz yapısı sebebi ile yüksek bir entropiye sahip olmasını gerektirir.
Bu tanımlama temel yasa üzerinde bir tasvir oluştursa da fiziksel anlatımda tabi ki çok daha karmaşık bir haldedir.

Evrenin BİG BANG ile başlayan yaşamsal sürecinde,yüksek patlamanın etkisiyle ,yine yüksek bir entropi durumunun oluşması beklenirken aksine evren düşük bir entropi düzeyinde oluşmuştur.
Bu kusursuz matematik işte tam da böyle başlamıştır.
Kapalı bir sistemde enerji akışı tek yönlüdür ve bu akış tam bir denge noktasına gelinceye kadar devam etmektedir.
Bu denge noktasına termodinamik denge denir ve entropi en yüksek seviyesine ulaşır.
Tersine çevrilmesi mümkün olmayan bu durum evrenin de biz insanlar gibi bir yaşlanma sürecine gireceğini göstermektedir.

EZEL VE EBEDİ OLMAYAN EVREN.

Buna göre,evrende bir gün termodinamik  denge oluşacak ve sona erecek.
Evren sonsuzdan beri var olmuyorsa,evrenin bir başlangıcı var.Bu başlangıç durumundaki evren,düşük entropili bir halden yüksek entropili bir hale doğru gitmekte.
Evren 15 milyar yıldır,entropiyi arttırsa da hala son derece düzenli bir şekilde devam ediyor.
Buradaki bilmece,bu işin arkasında bu kanunları tasarlayan bir kudret,bir sanatkar olduğunu gösteriyor.

İşte ALLAH yeniden insana,kendi kudretini gösteriyor.

Ne zamanki evrenin ve insan yapısının içindeki bilimi ve kusursuz matematiği görsem,hayata gözlerim daha büyük bir aşkla bakıyor.
Bu yüzden size sınırsız bilim ve ilim havuzundan yalnızca bir bardak uzatmak istedim,bugün.
Ben her sabah gökyüzüne bakarken o sınırsız akıl karşısında derin bir aşka ve saygıya düşüyorum.

Bu aşkı dizginlemenin tek bir yolu var sevgili dostum,ışığını ve yüreğini seni YARADAN ın istediği gibi ,başka yaratılanlar ile paylaşman.
Bir gün hepimiz geldiğimiz topraktan,aynı toprağa gideceğiz.
AŞKI,paylaşmaktan başka bir ilacımız yok.

Haydi sende bugün bu aşkı paylaşmak için,köşe başında manav tezgahı olan o yaşlı amcaya sıcak bir çay demle.Yemeksiz kalmış bir kediyle paylaş öğle yemeğini.
Soğuktan üşüyen bir çocuga ver ceketini.

Paylaşmak ve sevmek yaradanın bize ruhundan verdiği en büyük hediye.
Hepinizi AŞK la seviyor ve layık oldugunuz güzelliklerin sizi bulmasını diliyorum.
Meri den sevgiler.