Hayat denilen bu koskoca alem o kadar akıllı ki,

Bizi kendi yörüngesinde dosdoğru tutabilmek için olağanca çabasıyla devam ediyor,her gün  

ve hiçbir yorulma belirtisi göstermeden.

Bazen , gözümüzü diktiğimiz maviliklerden bir radyo iniltisi olup, kulaklarımızda hoş bir seda oluyor,

Bazen de ,sersemleten bir hikayenin satırlara bürünmüş haliyle kucaklıyor kalbimizi.

Belli ki bize anlatacakları var ve dinlememizi istiyor onun iç sesini.

Durup düşünmemizi istiyor, sevdiklerimizi ve onların kıymetlerini.

İki gündür, bir şekilde bana fısıldanan iki güzel hikayeyi ve bende yarattığı etkiyi sizinle paylaşmak

istedim bu gece.

Benim kalbime güzel yazılar yazdı belki sizinkine de tatlı bir dokunuş olur ,ne dersiniz ?
****


            
6 yaşındaki çocuk birgün babasına sorar;

Çocuk; Baba 18 yaşıma girdiğimde bana ne hediye alacaksın?

Baba; Daha çok var evladım, der

(çocuk 17 yaşındadır) ve hastaneye kaldırılır.

Doktor çocuğun kalbinde sorun oldugunu söyler. Çocuk babasına sorar.

+ Baba ben ölecekmiyim ?

Adam ağlamaya başlar cevap veremez .

Çocuk iyileşip evine döndüğünde artık 18 yaşında gelmiştir. Eve geldiğinde yatağının üzerinde bir
kağıt görür ve alıp okumaya başlar.

Kağıtta şunlar yazılıdır...

"Sevgili oğlum hatırlıyormusun, "Baba 18 yaşıma girdiğimde bana ne alacaksın." diye sormuştun.
İşte hediyem bu sana, Artık Kalbim kalbinde atıyor. Sana Kalbimi verdim oğlum, iyiki doğdun ♥ 

Gelelim şimdi de melankolik şairimizin yürek burkan gerçek hayat hikayesine,
Kimden mi bahsediyorum,
Ümit YAŞAR OĞUZCAN...
Okuduğum aynı hali ile paylaşıyorum.
****
Tam 23 kere intihara kalkışmış ve her birinde de inatla hayata itelenmişti Ümit Yaşar Oğuzcan.
Pek kişi bilmez bu hikayeyi "Acılar Denizi" şiirinin nereden geldiğini ve asıl vicdan azabının ne olduğunu.
****
Ümit hayattan kopmak için çok çabalamış lakin başaramamıştır.
Babası Lütfü Bey,annesi Güzide Hanım kahrolur oğullarının vaziyetine.
Tabii bir de Vedat var,Ümit Yaşar Oğuzcan ın biricik oğlu.
Babasına duyduğu müthiş bir öfke var içinde,defalarca gözlerinin önünde intihara kalkışmış olan
babasına.
*****
Dün bir kez daha canından vazgeçmişti Ümit.
Babası Lütfü Oğuzcan zor yetiştirmişti oğlunu hastaneye.
Ve oğlundan çok torunu için endişelenmişti bu sefer Lütfü Bey,Vedat ın gözleri artık korkudan çok kin ile
ıslanmıştı.
Dayanamıyordu çocuk,aciz bir babanın ölüme koşup varamayışına tanıklık etmekten, yorulmuştu.
Tedavi edildikten sonra,taburcu ettiler Ümit Yaşar Oğuzcan ı.
Ümit içinde yaşadıkları bir kenara Vedat ne hissediyordu acaba?
*****
Sonrası ,
Duydukları gürültüyle,kıraathaneden fırlayanlardan biri "Eyvah" dedi."Düştü çocuk,Galata dan düştü!
"Yetişin" 
Yerde yatan çocuğun etrafında toplanan kalabalık çocuğun elinde bir kağıt buldular.
Sımsıkı parmakları, avucuna hapsolmuş bir kağıt.
Zorlukla aldılar ellerinden kağıdı.
Şöyle yazıyordu buruşmuş kağıtta;
"İNTİHAR ÖYLE EDİLMEZ , BÖYLE EDİLİR BABA"...

6 HAZİRAN 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı,güzeldi dünya.
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi nden.
Kendini bir anda bıraktı boşluğa.
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu.
Bir adam düştü Galata Kulesi nden.
Bu adam benim oğlum du.
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Alınacak çokça duygu çokça ders yok mu sizce de ?
Ben kendi payıma düşeni aldım, kalanları sizlere bırakıyorum satırlarıma eşlik eden güzel insanlar.
Sizleri seviyorum.
Sevgi nin ve farkındalığın aydınlattığı dünya da el el yürümemiz dileği ile...









                                                       



Arkadaşlar merhaba ;

Uzun zaman oldu görüşmeyeli değil mi ?

Hayat hepimiz için tüm hızıyla akıp giderken, arada dertleşmeyi ve düşüncelerimizi paylaşmayı

unutur olduk sanki.

Blogumun açılış amacını daha önce paylaştıgım bir sürü yazı dizisi ile tamamladığımı düşündüğüm

için bugün sadece sizlere duyduğum özlem ile çalıştırıyorum parmaklarımı.

Dünyama yeniden hoşgeldiniz :)

Bugün  ve belki birçok gün, farkında olmadan yaptığım bir hatayı ve bu hatayı yaşayan milyonlarca

insanın varlığını bilerek yazmak istedim.

Çocuklugumdan beri kulaklarımdan silinmeyen ve bir şekilde bilinçaltıma kodlanmış cümleler

döndü durdu kafamda.

Neydi o cümleler diye sorarsanız,

"İşimiz Allah a kaldı "

"Elimden bir şey gelmiyor, sadece dua edebiliyorum"

"Allah mutluluğunuzu bozmasın"

"Allah kaza bela vermesin"

Manasına dikkat etmeden kullandığımız cümleler içindeki küçümsemeyi sizde dikkatlice okurken

farkettiniz mi bilmiyorum.

Hayatta dua etmekten ve bir işi tüm kalbinizle Yüce Yaratıcınıza teslim etmekten öte yapabileceğiniz

daha önemli bir eylem aklınıza geliyor mu ?

Ya da bizi bizden çok seven ve koruyan bir merhamet kaynağının,güzel bir duyguyu yok etmek için

her an pusuda bekliyormuşçasına bir korku mekanizmasına çevrilmeye çalışması biraz fazla olmuyor

mu ?

Bu sorgulamayı yapmadan edemedim.

Belki de kaderin hala elimize verilen bir senaryo olduğunu düşündüğümüzden,belki de dinimizi bir

türlü bilimsel açılımlarıyla inceleyemediğimizden,belki de insan ın Allah ın ruhundan üflediği

eşrefi mahlukat olduğunu, 99 esması ile dünya ya gelen mucizeler olduğunu bilmediğinden.

Belki lere sığdırıbilecek yüzlerce sebep olduğundan ...

Fakat şu var ki,

Bize kaderimizi yanlış bir dil ile yazmayı öğrettiler arkadaşlar.

Ve bunu düzeltmek için bence bir yerden başlamamız gerekiyor.

Detaylara daha sonra paylaşacağım önemli bilgiler ile devam edecek olsam da

Dua , kader , insan ,ruh ,ve evren başlıklarını bilimin, ilmin verdiği doyurucu bilgiler ile harmanlayan

her zihin benim olaya nereden baktığımı ve neleri kastettiğimi çok iyi biliyor zaten :)

Bizler kainatın tüm özelliklerini taşıyan küçük yapı taşlarıyız.

Yeni farkındalıklarla devam edeceğimiz yolculuğumuzda her zaman el ele olmamız dileği ile...











Hayatta herkesin,onu oyunun içinde tutacak bir felsefeye sahip olması gerektiğine, 

inananlardanım.


Simyacı kitabında sıklıkla bahsedilen o meşhur  'kişisel menkıbe ' yada japon dilinde 'ikigai'...


Ben kendime ait olanı  çok küçük yaşlarda buldum sanırım.


Tavşan deliğinden yuvarlanan ALİCE' i izlerken,kendime tek bir cümle söylemiştim ve hala 


hergün aynı cümleyi inatla ,tekrar etmeye devam ediyorum.


"HARİKALAR DİYARINDA OLAN ALİCE DEĞİL,BİZLERİZ"


Çocuk aklımla bunun altını doldurmam elbette ki mümkün değildi.


Fakat bir duygu,bir dürtü adına ne derseniz diyin ,beni ipin ucunda tutmaya yetti.


O gün bugün dür , evren benim için yalnızca yaşanılacak bir yer değil tavşan deliğindeki gizem 


olmaya devam etti.


Eminim sizler de,hergün baktığınız bu gezegenin , sanal gözlüklerimizin ardında kusursuz bir 

nizam içinde döndüğünü hissediyorsunuzdur.


Ver her birimizin , evrenin küçük birer prototipleri olduğumuzu anlayacak kadar onunla 

etkileşim halindesinizdir.


İşte tam bu noktada ,zihinlerinize LAWRENCE KRAUSS un bir notunu iliştirmek bir 

başlangıç olabilir diye düşünüyorum.


KRAUSS der ki ,


"Vucudunuzda ki her atom ,patlamış olan bir yıldızdan geldi.

Ve muhtemelen sol elinizdeki atomların geldiği yıldız,sağ elinizdeki yıldızdan farklı.


Bu gerçek, fizik hakkında bildiğim en şiirsel şey.


Hepiniz yıldız tozusunuz.


Yıldızlar patlamasaydı bugün burada olamazdınız.


Çünkü , karbon , oksijen, azot, demir gibi yaşam için gerekli olan maddeler , zamanın 

başlangıcında oluşmamıştı.


Bunlar yıldızların nükleer fırınlarında oluştu ve onları vücudunuza almanızın tek yolu , bu 

yıldızların patlayacak kadar kibar olmalarıydı.


Yıldızlar sizin için öldü ve siz olabildiniz."


Öyleyse, bende sana diyorum ki sevgili yıldız dostum ,


Işığını saklayamayacak kadar eşsiz ve parlaksın.


Seni seviyor ve kendi samanyoluma davet ediyorum.

Sevgi ve farkındalık ile...










Yine aynı hikaye var bugün  elimizde.

Hepimize tanıdık gelen.


Dünya,kendi yörüngesinde  sarsıcı manzaralarını full hd gözlerimizin önüne sererken,
acısını çeken bir ben miyim bilemiyorum.
Bazen kendisine kızıyorum,
Lakin kızmam gereken dünya değil,insanlık bunu da biliyorum.
Fakat ne yapalım bir günah keçisi gerekiyor neticede.
Mesele tutunma meselesi!
Velhasıl kelam,
Birşeyleri kaçırıyor gibiyiz.
Ve nerden tutacağımıza dair en ufak bir fikrimiz bile yok.
Bazen diyorum;
Yeniden patlasa da, varoluş kendini daha güzel bir manzara eşliğinde gösterse.
Ya da yeni bir galaksi keşfedilse de pılımızı pırtımızı toplasak gitsek yeni ütopyaların peşinde.
E tabi insanız ,kendimize yeni formüller eklememiz ve dayanmamız gerekiyor.
Derken formülümü buldum ben !
Kendime yeni bir dünya yarattım!
 Artık  içinde süper güçleri olan masalsı bir  kahramanım.
Ve yeni  görevlerim için hazırım.
İlk görevim;
Yağan her kar tanesini izlerken, kalbime kazınan o  masaldaki, bütün kibritçi kızlara her yılbaşında
mükemmel sofralar kurmak olacak.
Belki birine,belki onlarcasına…
Çocukça mı?
Asla !
Size kimse söylemedi galiba ama,
Çocuk hayaller kurmazsanız yeterince büyüyemezsiniz..
Peki hiç düşündünüz mü,
Zihniniz daha kirlenmemiş,sınırlandırılmamışken dünya için ne istemiştiniz ?
Ve ne kadarını gerçekleştirdiniz?
Eminim birçoğunuz daha o yaşlarda galaksiyi, kötü karakterlerin elinden kurtarmış,afilli
pelerininizle göklerde arzı endam etmiştiniz.
Şimdi gelin hep beraber bencillik oyunumuzu bir kenara bırakıp,o hayallerin peşinden gidelim.
Bir gün kuytu bir damın altında ayakkabısız ,üşümüş, o kibritçi kızı masamıza davet edelim,
Başka bir gün kırmızı yanaklı,güzeller güzeli pamuk prensesi kötü cadının elinden kurtaralım.
Çok mu zor ?
Bende değil !
Dünya dediğimiz zaten kulağımıza fısıldanan o masalların toplamı değil miydi ?
İçimdeki umudunu yitirmemiş  küçük çocuktan herkese sevgilerJ








                                           


Ölmek için 13 neden? "13 REASONS WHY"   

Kulağa çok mu trajik geliyor?   
                                                                                          
Peki ya trajik olan bizim insanlara davranış şeklimizse?

İki gündür 13 saatime malolan Hannah Baker in hikayesinden yola çıkarak, onun gibi çaresizce yaşama tutunmaya çalışanların ,sesi olmak istiyorum bu gece.                                                                           
Ve diyorum ki, kaçımız düşünüyoruz acaba  etrafımızda ilişki içinde olduğumuz insanları gerçekten, tanıyıp tanımadığımızı.   

Ya da kendimizi ne kadar tanıdığımızı.                                                                                                               
Cevabı çok zor bir soru biliyorum!                                                                                                                         
Kendi hayat telaşemiz içinde sürüklenirken,belki sahte bir gülümsemenin ya da bir suskunluğun imdat çağrısı olabileceğini fark etmiyoruz çoğu zaman ?                                                                                               
Yolumuzda sürüklenirken, hikayesine ortak olduğumuz hayatları bir şekilde kurtarabileceğimizi ve o  hayatları dönülmez yollara sürükleyebileceğimizi  biliyor muyuz sormak istiyorum hem sizlere hem kendime???                                                                                         
Bazılarınıza göre gerekli ,bazılarınıza göre gereksiz bir yüzleşme yaptıgımın farkındayım.
Fakat hep kusmak istediğim bir gerçeğin çok sağlam bir kalem tarafından sayfalara dökülüp,muhteşem bir kurgu ile izleyiciye taşınması tabi ki benimde sesim oldu bu dizi ile.                                                   
Hepimiz anlaşılmak ve sevilmek istiyoruz.                                                                                        
Bu yaşamdaki tek amacımız ve tek motivasyonumuz bu.                                                                                                                                              
Doğarken ruhumuza şifrelenmiş onaylanma güdüsü bugün ki toplumda canavarlaşmaya devam ediyorken ,gittikçe görünmez karakterler olmaya devam ediyoruz her gün.

Bazen bir sosyal medya profili üzerinden,bazen  de ait olmadıgımız kalabalıklar içinde duyurmaya çalışıyoruz seslerimizi.  

Sonra bir kitap yada bir dizi hayatımıza giriyor ve  tüm yanlışlarımız  önümüze seriliyor kocaman soru işaretleri ile.   

Bu sebeple ilk defa bir dizi önerisi yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum mazur görün beni :)                                                                                                                      
Bazılarınız belki,bir drama üzerinden fazla duygu yarattıgımı düşünebilirsiniz.

Bu sebeple böyle düşününen arkadaşlarımızı ekranın sağ köşesinde yer alan çarpı işaretine davet ediyor ve hayatlarına geri donmelerini tavsiye  ediyorum.

Kalanlar içinde soylemek istediğim;

Siz de benimle aynı taraftaysanız ve katılaşmış yüreklere meydan okuyanlardansanız sizi
#13 Reasons Why# adlı serüvene davet ediyorum.

Kim bilir belki ,size de ihtiyacınız olanı vermek için bekliyordur bir köşede Hannah.

Ne dersiniz haklı olabilir miyim ?

Cevabı size bırakıyorum.

Ve her zaman ki kapanış notum ile sizlere sevgilerimi yolluyorum parmaklarımın ucundan.

Duygularımızla ördüğümüz duvarların gölgesinde,mutlulukla yaşamamamız dileği ile❤️