Hayat denilen bu koskoca alem o kadar akıllı ki,

Bizi kendi yörüngesinde dosdoğru tutabilmek için olağanca çabasıyla devam ediyor,her gün  

ve hiçbir yorulma belirtisi göstermeden.

Bazen , gözümüzü diktiğimiz maviliklerden bir radyo iniltisi olup, kulaklarımızda hoş bir seda oluyor,

Bazen de ,sersemleten bir hikayenin satırlara bürünmüş haliyle kucaklıyor kalbimizi.

Belli ki bize anlatacakları var ve dinlememizi istiyor onun iç sesini.

Durup düşünmemizi istiyor, sevdiklerimizi ve onların kıymetlerini.

İki gündür, bir şekilde bana fısıldanan iki güzel hikayeyi ve bende yarattığı etkiyi sizinle paylaşmak

istedim bu gece.

Benim kalbime güzel yazılar yazdı belki sizinkine de tatlı bir dokunuş olur ,ne dersiniz ?
****


            
6 yaşındaki çocuk birgün babasına sorar;

Çocuk; Baba 18 yaşıma girdiğimde bana ne hediye alacaksın?

Baba; Daha çok var evladım, der

(çocuk 17 yaşındadır) ve hastaneye kaldırılır.

Doktor çocuğun kalbinde sorun oldugunu söyler. Çocuk babasına sorar.

+ Baba ben ölecekmiyim ?

Adam ağlamaya başlar cevap veremez .

Çocuk iyileşip evine döndüğünde artık 18 yaşında gelmiştir. Eve geldiğinde yatağının üzerinde bir
kağıt görür ve alıp okumaya başlar.

Kağıtta şunlar yazılıdır...

"Sevgili oğlum hatırlıyormusun, "Baba 18 yaşıma girdiğimde bana ne alacaksın." diye sormuştun.
İşte hediyem bu sana, Artık Kalbim kalbinde atıyor. Sana Kalbimi verdim oğlum, iyiki doğdun ♥ 

Gelelim şimdi de melankolik şairimizin yürek burkan gerçek hayat hikayesine,
Kimden mi bahsediyorum,
Ümit YAŞAR OĞUZCAN...
Okuduğum aynı hali ile paylaşıyorum.
****
Tam 23 kere intihara kalkışmış ve her birinde de inatla hayata itelenmişti Ümit Yaşar Oğuzcan.
Pek kişi bilmez bu hikayeyi "Acılar Denizi" şiirinin nereden geldiğini ve asıl vicdan azabının ne olduğunu.
****
Ümit hayattan kopmak için çok çabalamış lakin başaramamıştır.
Babası Lütfü Bey,annesi Güzide Hanım kahrolur oğullarının vaziyetine.
Tabii bir de Vedat var,Ümit Yaşar Oğuzcan ın biricik oğlu.
Babasına duyduğu müthiş bir öfke var içinde,defalarca gözlerinin önünde intihara kalkışmış olan
babasına.
*****
Dün bir kez daha canından vazgeçmişti Ümit.
Babası Lütfü Oğuzcan zor yetiştirmişti oğlunu hastaneye.
Ve oğlundan çok torunu için endişelenmişti bu sefer Lütfü Bey,Vedat ın gözleri artık korkudan çok kin ile
ıslanmıştı.
Dayanamıyordu çocuk,aciz bir babanın ölüme koşup varamayışına tanıklık etmekten, yorulmuştu.
Tedavi edildikten sonra,taburcu ettiler Ümit Yaşar Oğuzcan ı.
Ümit içinde yaşadıkları bir kenara Vedat ne hissediyordu acaba?
*****
Sonrası ,
Duydukları gürültüyle,kıraathaneden fırlayanlardan biri "Eyvah" dedi."Düştü çocuk,Galata dan düştü!
"Yetişin" 
Yerde yatan çocuğun etrafında toplanan kalabalık çocuğun elinde bir kağıt buldular.
Sımsıkı parmakları, avucuna hapsolmuş bir kağıt.
Zorlukla aldılar ellerinden kağıdı.
Şöyle yazıyordu buruşmuş kağıtta;
"İNTİHAR ÖYLE EDİLMEZ , BÖYLE EDİLİR BABA"...

6 HAZİRAN 1973
Pırıl pırıl bir yaz günüydü
Aydınlıktı,güzeldi dünya.
Bir adam düştü o gün Galata Kulesi nden.
Kendini bir anda bıraktı boşluğa.
Ömrünün baharında
Bütün umutlarıyla birlikte
Paramparça oldu.
Bir adam düştü Galata Kulesi nden.
Bu adam benim oğlum du.
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

Alınacak çokça duygu çokça ders yok mu sizce de ?
Ben kendi payıma düşeni aldım, kalanları sizlere bırakıyorum satırlarıma eşlik eden güzel insanlar.
Sizleri seviyorum.
Sevgi nin ve farkındalığın aydınlattığı dünya da el el yürümemiz dileği ile...









                                                       



Arkadaşlar merhaba ;

Uzun zaman oldu görüşmeyeli değil mi ?

Hayat hepimiz için tüm hızıyla akıp giderken, arada dertleşmeyi ve düşüncelerimizi paylaşmayı

unutur olduk sanki.

Blogumun açılış amacını daha önce paylaştıgım bir sürü yazı dizisi ile tamamladığımı düşündüğüm

için bugün sadece sizlere duyduğum özlem ile çalıştırıyorum parmaklarımı.

Dünyama yeniden hoşgeldiniz :)

Bugün  ve belki birçok gün, farkında olmadan yaptığım bir hatayı ve bu hatayı yaşayan milyonlarca

insanın varlığını bilerek yazmak istedim.

Çocuklugumdan beri kulaklarımdan silinmeyen ve bir şekilde bilinçaltıma kodlanmış cümleler

döndü durdu kafamda.

Neydi o cümleler diye sorarsanız,

"İşimiz Allah a kaldı "

"Elimden bir şey gelmiyor, sadece dua edebiliyorum"

"Allah mutluluğunuzu bozmasın"

"Allah kaza bela vermesin"

Manasına dikkat etmeden kullandığımız cümleler içindeki küçümsemeyi sizde dikkatlice okurken

farkettiniz mi bilmiyorum.

Hayatta dua etmekten ve bir işi tüm kalbinizle Yüce Yaratıcınıza teslim etmekten öte yapabileceğiniz

daha önemli bir eylem aklınıza geliyor mu ?

Ya da bizi bizden çok seven ve koruyan bir merhamet kaynağının,güzel bir duyguyu yok etmek için

her an pusuda bekliyormuşçasına bir korku mekanizmasına çevrilmeye çalışması biraz fazla olmuyor

mu ?

Bu sorgulamayı yapmadan edemedim.

Belki de kaderin hala elimize verilen bir senaryo olduğunu düşündüğümüzden,belki de dinimizi bir

türlü bilimsel açılımlarıyla inceleyemediğimizden,belki de insan ın Allah ın ruhundan üflediği

eşrefi mahlukat olduğunu, 99 esması ile dünya ya gelen mucizeler olduğunu bilmediğinden.

Belki lere sığdırıbilecek yüzlerce sebep olduğundan ...

Fakat şu var ki,

Bize kaderimizi yanlış bir dil ile yazmayı öğrettiler arkadaşlar.

Ve bunu düzeltmek için bence bir yerden başlamamız gerekiyor.

Detaylara daha sonra paylaşacağım önemli bilgiler ile devam edecek olsam da

Dua , kader , insan ,ruh ,ve evren başlıklarını bilimin, ilmin verdiği doyurucu bilgiler ile harmanlayan

her zihin benim olaya nereden baktığımı ve neleri kastettiğimi çok iyi biliyor zaten :)

Bizler kainatın tüm özelliklerini taşıyan küçük yapı taşlarıyız.

Yeni farkındalıklarla devam edeceğimiz yolculuğumuzda her zaman el ele olmamız dileği ile...











Hayatta herkesin,onu oyunun içinde tutacak bir felsefeye sahip olması gerektiğine, 

inananlardanım.


Simyacı kitabında sıklıkla bahsedilen o meşhur  'kişisel menkıbe ' yada japon dilinde 'ikigai'...


Ben kendime ait olanı  çok küçük yaşlarda buldum sanırım.


Tavşan deliğinden yuvarlanan ALİCE' i izlerken,kendime tek bir cümle söylemiştim ve hala 


hergün aynı cümleyi inatla ,tekrar etmeye devam ediyorum.


"HARİKALAR DİYARINDA OLAN ALİCE DEĞİL,BİZLERİZ"


Çocuk aklımla bunun altını doldurmam elbette ki mümkün değildi.


Fakat bir duygu,bir dürtü adına ne derseniz diyin ,beni ipin ucunda tutmaya yetti.


O gün bugün dür , evren benim için yalnızca yaşanılacak bir yer değil tavşan deliğindeki gizem 


olmaya devam etti.


Eminim sizler de,hergün baktığınız bu gezegenin , sanal gözlüklerimizin ardında kusursuz bir 

nizam içinde döndüğünü hissediyorsunuzdur.


Ver her birimizin , evrenin küçük birer prototipleri olduğumuzu anlayacak kadar onunla 

etkileşim halindesinizdir.


İşte tam bu noktada ,zihinlerinize LAWRENCE KRAUSS un bir notunu iliştirmek bir 

başlangıç olabilir diye düşünüyorum.


KRAUSS der ki ,


"Vucudunuzda ki her atom ,patlamış olan bir yıldızdan geldi.

Ve muhtemelen sol elinizdeki atomların geldiği yıldız,sağ elinizdeki yıldızdan farklı.


Bu gerçek, fizik hakkında bildiğim en şiirsel şey.


Hepiniz yıldız tozusunuz.


Yıldızlar patlamasaydı bugün burada olamazdınız.


Çünkü , karbon , oksijen, azot, demir gibi yaşam için gerekli olan maddeler , zamanın 

başlangıcında oluşmamıştı.


Bunlar yıldızların nükleer fırınlarında oluştu ve onları vücudunuza almanızın tek yolu , bu 

yıldızların patlayacak kadar kibar olmalarıydı.


Yıldızlar sizin için öldü ve siz olabildiniz."


Öyleyse, bende sana diyorum ki sevgili yıldız dostum ,


Işığını saklayamayacak kadar eşsiz ve parlaksın.


Seni seviyor ve kendi samanyoluma davet ediyorum.

Sevgi ve farkındalık ile...










Yine aynı hikaye var bugün  elimizde.

Hepimize tanıdık gelen.


Dünya,kendi yörüngesinde  sarsıcı manzaralarını full hd gözlerimizin önüne sererken,
acısını çeken bir ben miyim bilemiyorum.
Bazen kendisine kızıyorum,
Lakin kızmam gereken dünya değil,insanlık bunu da biliyorum.
Fakat ne yapalım bir günah keçisi gerekiyor neticede.
Mesele tutunma meselesi!
Velhasıl kelam,
Birşeyleri kaçırıyor gibiyiz.
Ve nerden tutacağımıza dair en ufak bir fikrimiz bile yok.
Bazen diyorum;
Yeniden patlasa da, varoluş kendini daha güzel bir manzara eşliğinde gösterse.
Ya da yeni bir galaksi keşfedilse de pılımızı pırtımızı toplasak gitsek yeni ütopyaların peşinde.
E tabi insanız ,kendimize yeni formüller eklememiz ve dayanmamız gerekiyor.
Derken formülümü buldum ben !
Kendime yeni bir dünya yarattım!
 Artık  içinde süper güçleri olan masalsı bir  kahramanım.
Ve yeni  görevlerim için hazırım.
İlk görevim;
Yağan her kar tanesini izlerken, kalbime kazınan o  masaldaki, bütün kibritçi kızlara her yılbaşında
mükemmel sofralar kurmak olacak.
Belki birine,belki onlarcasına…
Çocukça mı?
Asla !
Size kimse söylemedi galiba ama,
Çocuk hayaller kurmazsanız yeterince büyüyemezsiniz..
Peki hiç düşündünüz mü,
Zihniniz daha kirlenmemiş,sınırlandırılmamışken dünya için ne istemiştiniz ?
Ve ne kadarını gerçekleştirdiniz?
Eminim birçoğunuz daha o yaşlarda galaksiyi, kötü karakterlerin elinden kurtarmış,afilli
pelerininizle göklerde arzı endam etmiştiniz.
Şimdi gelin hep beraber bencillik oyunumuzu bir kenara bırakıp,o hayallerin peşinden gidelim.
Bir gün kuytu bir damın altında ayakkabısız ,üşümüş, o kibritçi kızı masamıza davet edelim,
Başka bir gün kırmızı yanaklı,güzeller güzeli pamuk prensesi kötü cadının elinden kurtaralım.
Çok mu zor ?
Bende değil !
Dünya dediğimiz zaten kulağımıza fısıldanan o masalların toplamı değil miydi ?
İçimdeki umudunu yitirmemiş  küçük çocuktan herkese sevgilerJ








                                           


Ölmek için 13 neden? "13 REASONS WHY"   

Kulağa çok mu trajik geliyor?   
                                                                                          
Peki ya trajik olan bizim insanlara davranış şeklimizse?

İki gündür 13 saatime malolan Hannah Baker in hikayesinden yola çıkarak, onun gibi çaresizce yaşama tutunmaya çalışanların ,sesi olmak istiyorum bu gece.                                                                           
Ve diyorum ki, kaçımız düşünüyoruz acaba  etrafımızda ilişki içinde olduğumuz insanları gerçekten, tanıyıp tanımadığımızı.   

Ya da kendimizi ne kadar tanıdığımızı.                                                                                                               
Cevabı çok zor bir soru biliyorum!                                                                                                                         
Kendi hayat telaşemiz içinde sürüklenirken,belki sahte bir gülümsemenin ya da bir suskunluğun imdat çağrısı olabileceğini fark etmiyoruz çoğu zaman ?                                                                                               
Yolumuzda sürüklenirken, hikayesine ortak olduğumuz hayatları bir şekilde kurtarabileceğimizi ve o  hayatları dönülmez yollara sürükleyebileceğimizi  biliyor muyuz sormak istiyorum hem sizlere hem kendime???                                                                                         
Bazılarınıza göre gerekli ,bazılarınıza göre gereksiz bir yüzleşme yaptıgımın farkındayım.
Fakat hep kusmak istediğim bir gerçeğin çok sağlam bir kalem tarafından sayfalara dökülüp,muhteşem bir kurgu ile izleyiciye taşınması tabi ki benimde sesim oldu bu dizi ile.                                                   
Hepimiz anlaşılmak ve sevilmek istiyoruz.                                                                                        
Bu yaşamdaki tek amacımız ve tek motivasyonumuz bu.                                                                                                                                              
Doğarken ruhumuza şifrelenmiş onaylanma güdüsü bugün ki toplumda canavarlaşmaya devam ediyorken ,gittikçe görünmez karakterler olmaya devam ediyoruz her gün.

Bazen bir sosyal medya profili üzerinden,bazen  de ait olmadıgımız kalabalıklar içinde duyurmaya çalışıyoruz seslerimizi.  

Sonra bir kitap yada bir dizi hayatımıza giriyor ve  tüm yanlışlarımız  önümüze seriliyor kocaman soru işaretleri ile.   

Bu sebeple ilk defa bir dizi önerisi yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum mazur görün beni :)                                                                                                                      
Bazılarınız belki,bir drama üzerinden fazla duygu yarattıgımı düşünebilirsiniz.

Bu sebeple böyle düşününen arkadaşlarımızı ekranın sağ köşesinde yer alan çarpı işaretine davet ediyor ve hayatlarına geri donmelerini tavsiye  ediyorum.

Kalanlar içinde soylemek istediğim;

Siz de benimle aynı taraftaysanız ve katılaşmış yüreklere meydan okuyanlardansanız sizi
#13 Reasons Why# adlı serüvene davet ediyorum.

Kim bilir belki ,size de ihtiyacınız olanı vermek için bekliyordur bir köşede Hannah.

Ne dersiniz haklı olabilir miyim ?

Cevabı size bırakıyorum.

Ve her zaman ki kapanış notum ile sizlere sevgilerimi yolluyorum parmaklarımın ucundan.

Duygularımızla ördüğümüz duvarların gölgesinde,mutlulukla yaşamamamız dileği ile❤️





   Daha dün gibi aklımda,yılbaşı akşamı için hazırladığım o  nefis vişneli pastam.




Yerken yüzümü buruşturmuştum fakat, son dilime kadar  vazgeçmemiş ve vişnenin bedene yüklediği o şifa ile, yüzüme bir gülümseme yerleştirmiştim.

Bir yıl önceki aklımla,yaşayacağım koca bir seneyi tahayyül etmişim meğer,yaşadıkça anladım diyebilirim.  

Kazandığımız tecrübeler de bazen bir vişneli pasta diliminde hayat bulabiliyor dikkatli bakarsak eğer.

Dışarıdan albenisi yüksek,yerken biraz ekşimsi,sindirildiğinde ise şifalı.

Hayatımız gibi ,biz gibi , hepsi birbirinden farklı fakat ,aynı amaca hizmet eden hikayelerimiz gibi.

Bugün kendime dönüp baktığımda,maddi ve manevi kayıplarla dolu bu 2017 yılı içinde hayat beni ne kadar sevmiş ve ne kadar öğretmiş diyorum sadece.

Biliyorum ki, öğrendiğim ve aktarmaya çalıştığım her duygu,her bilgi kırıntısı beni sonraki sene karşılamaya hazır olan mutlulukların küçük bir diyeti sadece.

Satranç oynayanlar bilirler,bazen kraliçeyi kazanmak için piyonlarınızdan vazgeçmeniz gerekir.

Siz yüreğini ortaya koyan insanlar ,belki dışardaki diğerlerine göre hayatta daha çok imtihan oluyor,daha çok yıpranıyorsunuz.

Fakat bilin ki hayat sizi,en iyi versiyonunuza taşımak için elinizdeki piyonları alıyor sadece.

Size yeni stratejiler bulmanızı ,yeni hamleler yapmanızı soyluyor.

Tüm kalbimle inanıyorum ki 2018 sizlerin yılı olacak,mutluluk şemsiyelerinizi açın :)

Biliyorum bir yerlerde benimle aynı duyguları hissediyor ve okurken "HAZIRIZ"diyorsunuz sizlerde.

Bundan üç ay önce,hayata küçük bir katkı olsun diyerek açtığım bu blog sayfası,

Amerika dan,Peru ya,Birleşik Krallık tan,Avusturalya ya kadar 1000'in üzerinde insanla karşı karşıya  getirebildiyse beni, bilin ki bizim sıramız geldi demektir.

Yüzünü dahi görmediğiniz,sermayesi yalnızca sevgi ve emek olan bu kızı bu kadar destekleyip
yolculuğuna eşlik ettiğiniz için tüm kalbimle önce size teşekkür etmek istedim bu gece.

Yeni bir yıl için biraz daha zaman olsa da,sizlere vermek istediğim tek mesaj

" SİZLERİ GÖRÜYOR,ANLIYOR VE SEVİYORUM"

İletişim yalnızca yüzlerini gördüğümüz suretler değil,binlerce km öteden bile alabildiğimiz 

titreşimlerdir.

Emeğin ve haketmenin güzelliğinde geçecek olan 2018 e hepimiz hoşgeldik :)

Sevgi ve farkındalık ile :)






















Kitaplarla birazcık haşır neşir olduysanız "Ferrarisi ni Satan Bilge "yi mutlaka okumuşsunuzdur,diye düşünüyorum.

Kariyerindeki büyük başarılara rağmen,hayattaki amacını bulamamanın boşluğuna düşmüş meşhur avukat Julian Mantle,on yıl önce hepimize bugünkü dünyanın manzarasını göstermiş meğer.

Şimdi daha iyi anlayabiliyorum.

On yıl önceki kitap nereden aklına geldi derseniz,her gün gördüğüm herşeye sahip olma arzusu için koşturan ve olduktan sonra bile yalnız ve mutsuz hisseden Julian lar bana Robin SHARMA nın o eşsiz eserini hatırlattı ve birkaç satır yazmak istedim.

Etrafımızda para ve başarı endeksli öyle  zorlayıcı bir sistem var ki,çoğu zaman mutluluğun nerede olduğunu düşünecek vaktimiz bile kalmıyor.

Yeri geliyor bu uğurda düşüyoruz,kalkıyoruz fakat dönüp kendimize odaklanmamız gereken yerde yeniden aynı yanlış  hedeflere meyil ediyoruz.

Yeni dünya düzeni,ömrümüzü maddi imkanlar için heba ediyor ,mutsuzluktan yalnızca şikayet eden robotlara dönüşüyoruz.

Başarısız olmaktan,para kaybetmekten deli gibi korkuyoruz da,kendimizi sorgulama konusunda aynı korkuları  yaşayamıyoruz malesef.

Fakat içimizdeki  amaç arayışı ,bir türlü yakamızı bırakmıyor işte.

Belki de hayat en başarısız olduğumuz yerde bize yaşam amacımızı bulma konusunda yardımcı olmaya çalışıyor da biz göremiyoruz bir türlü.

Bugün tam da bu konu üzerinde düşünürken elime geçen bir kitaptan okuduğum Gandhi nin hikayesi, yerine oturacak sanırım.

Aynı hali ile aktarıyorum  :)

-Çok varlıklı bir aileden gelen ,en iyi okullarda okuyan,avukatlık diploması almış Gandhi kendisini bu camiada kanıtlamak için,ailesinin yardımını ve sosyal çevresini kullanmayı reddetmiştir.
Ancak,mahkeme salonunda bıraktığı ilk izlenim çok korkunç olmuş ve büyük bir yenilgiye uğramıştır.
Bu başarısızlığın ardından varoluş amacını sorgulamış ve etrafındaki  daha kötü durumda olan insanlara odaklanmış.Yarattığı felsefeler öyle güçlü izler bırakmış ki , memleketi olan Hindistan'ı İngiliz egemenliğinden kurtarmayı başarmış.

Gandhi ismini hepimiz çok iyi biliyoruz fakat hikayesinin detaylarını belki de bir başucu rehberi olarak yanı başımızda tutmamız , özellikle bu zamanlarda hatırlamamız gerekiyor,bence.

Bugün ki bizler Gandhi ile aynı imkanlara sahip olsaydık,lüksün ve gücün keyfini mi yaşardık yoksa ülkemiz için her birini feda mı ederdik,bilemiyorum.

Belki de kendimize sormamız gereken en büyük soru budur,kim bilir...

En iyi ferrariye  bile binsek,bir gün bu lüks arzusundan sıyrılıp amacını arayanlar da biz olacağız,o arabanın gücü ile egomuzu yüceltenler de.

Bir amaç bir hayat kurtarır,bir hayat bir dünya kurtarır.

Amacını bulma arzusu ile yaşayan tüm insanlara,

Sevgi ve farkındalık ile.













Belki,birçoğunuzun içgüdüsel olarak varlığından haberdar olduğu fakat diline yerleşmediği  esrarlı bir noktadır ,Timüs Bezi.

Tiroit bezinin altında ve soluk borusunun önünde olan bu bez,genç ve sağlıklı kalmanın en önemli noktalarından biri,daha da önemlisi hayatta kalmamızın anahtarı olan bağışıklık sistemimizin kilit kısmıdır.

Bugün ,Dr.Mithat BOZ'un "Timüs ü Dövmek Lazım " adlı tıbbi yazısından alıntılar yaparak Kuran ve zikir arasındaki bağlantıya bir nebze açıklık getirmek ve bunun insan sağlığı ve mutluluğu üzerine açılımlarını yapmak istiyorum.

Timüs ne kadar titreşirse bağışıklık sisteminiz o kadar güçlenir ve sağlıklı, uzun bir ömür yaşarsınız.

Bu sebeple derler ki,timüsünüzü eşşek sudan gelinceye kadar dövün!!!

Nasıl mı ?

Anadolu da yaşayan kadınların ağıt yakarken sürekli ellerini göğüslerine vurduğunu hepimiz biliriz.
Bu istemsiz el hareketi yada adına refleks diyelim,beynin otomatik olarak gerçekleştirdiği bir 
eylemdir.Bu sayede beyin,acıdan kaynaklanan bedensel durumun,bağışıklık sistemini çökertmemesi için timüsü aktive etmeye çalışır.

Biliyorsunuz ki,düşüncelerimiz duygularımızdan kaynaklanır.Ve duygusal hallerimiz hormonlarla düzenlenir.
Her hormon bedendeki kimyamızı değiştirir ve "felek" yani şimdiki adı ile enerji alanı yaratır.

Yapılan bilimsel araştırmalar,timüs bezinin aktive edildiği anda bedene salgılattığı hormonlar aracılığı ile mutluluk ve haz yaşattıgını kanıtlamıştır.Mutluluk ve haz içinde olan bir beden de, alanında pozitif yüklü enerji bulundurdugu için uzun ve sağlıklı bir ömrün kapısını açar.

Timüs,çocukluktan ergenliğe kadar büyür ve sonraki aşamada küçülmeye başlar.
Yetişkin çağlarda timüs,çoğu insanda çok küçük bir hale gelir ve aktivasyonu körelir.
Bunun yanında bilimin çözemediği, bazı insanlarda ilerleyen yaşlarına rağmen timüs bezinin,ceviz büyüklüğünü koruması ve aktivasyonuna devam etmesidir.

İşte burada öyle derin bir sır var ki,size de okur okumaz aynı mesajı verdimi bilmiyorum.

Timüs zikir ile güçleniyor.


Şimdi gelelim timüs ün zikir ile nasıl aktive edildiğine ,

Bize Kuranı-Kerim de yada Peygamber Efendimizin sünnetlerinde yapmamız söylenen tüm ibadet adı altındaki eylemler yalnızca sağlıklı,mutlu, uzun bir ömre sahip olmak için.Örneğin,

-Peygamber efendimizin sağ eli üzerine yattığının söylenmesi,insan bedeninde yalnızca sağ elinde olan uyku baloncuklarının beyine uyku sinyali göndermesi,kaliteli uykunun bedene sağlık olarak geri dönmesi.Kabe ye doğru uyuması,yine evrenin enerji yükü en yoğun manyetik alanının Mekke de olması.

-Tebessüm sadakadır derken,insan bedeninin gülümserken bedene şifa veren hormonları salgılıyor olması ki artık doğru hormonal yapının sağlıklı bir düşünce ve beden olduğunu artık biliyoruz .Bunun gibi ,yüzlerce örnek gösterebilirim fakat konudan çok sapmak istemediğim için burada özünü vererek örnekleri bitirmek istiyorum.

Bugün,Peygamber Efendimizin hayatı boyunca yalnızca üç tel saçının ağardığını,ve hatta sünnetlere bağlı yaşayan sahabelerinin,gelmiş geçmiş tüm Allah dostlarının adeta yaşlanmadığını,yüzlerinin kırışmadığını ve huzurlarının hep daim olduğunu söylesem bana güler misiniz ?

Denemesi bedava :)

Bilim şu anda zikir ve timüs arasındaki ilişkiyi yüzde yüz bulmuş olmasa da,zikirin insanın manyetik alanında pozitif enerji alanları yarattığını,bu kimselerin uzun ve sağlıklı bir ömür sürdüğünü söylüyor.

Bu alanda bu tezi kanıtlayan çok fazla bilgi sunabilirim fakat kavram karmaşası olmaması açısından burada bitirmek ve son olarak Timüs Bezi nin,yaşamımızı borçlu olduğumuz T HÜCRESİ  denilen zararlı AIDS gibi bağışıklık sistemini çökerten birçok hücreyi yok ettiğini kanıtladığını söylemek istiyorum.

Demem o ki ,Allah ın ,o Yüce Makam ın ,sizin  yada benim ibadetlerimize ihtiyacı yok.

O kudretli güç diyor ki ,sana söylediklerimi uygularsan yeryüzünde ve bir sonraki yaşam boyutunda cennet senindir.

Uygulamazsan,mutsuzluklar,hastalıklar zararlı olan herşey senindir.

KADERİMİZİ BİZE YAZDIRAN VE SEÇİMLERİMİZE BAĞLI KILAN YÜCE ALLAH IM 

herşeyi bir yasa,bir sistem üzerine var etmişken bize yalnızca onu daha fazla sevmek kalıyor.

Sevgi ve farkındalık ile.














Bazı cümleler vardır ki ,tonlarca bilgiyi içine alır ve o bilgiyi öyle vurucu bir biçimde yüzüne çarpar ki başka hiçbir şeye ihtiyacın kalmaz.

Ne varsa LOKMAN'da o senin HEKİM 'in... de bunlardan biri benim için.

Bu cümleyi sevgili Deniz ERTEN in işaret adlı kitabında gördüğümde aklımın içinde dönen havai fişekleri anlatmam mümkün değil :)

Tabiki kendi tarzım ile hem ilim hem de bilim çatısı altında, konuyu birleştirmeye çalıştım.

Blogumun açılma gerekçesinin, hayatta öğrenmenin ve tüm bilgileri birleştirmenin önemi üzerine birtakım çalışmalar yapmak oldugunu düşünürsek ,bazı insanların kolektif bilinç ile aradığımı sürekli gözler önüne seriyor olması elbette ki tesadüf değil.

İnsanın en büyük öğrenme problemi bir bilgiyi kabul ederken,diğer var olan tüm bilgileri reddetme yolunda bir model geliştiriyor olması.

Bu sebeple görüyorum ki bilgi ya içselleştirilemiyor ya da çok kısıtlı sınırlar içinde kalarak gelişemiyor.

Basit bir örnek vermek gerekirse,yıllardır tartışılan varoluş,

Ya Darwin çatısı altından yada İslami bakış açısı tarafından görülüyor, birleştirilemiyor  ve analiz edilemiyor.

Bu yüzden hala aynı konular dönüp dolaşmaya devam ediyor.

Oysa gerçek olmayan bir bilginin içinde bile küçük te olsa mutlaka doğruluk payı vardır ve başka bir çatı altında incelenirse eminim ki başka bir yerlere işaret edecektir.

Hayatımda öğrendiğim her bilgiyi,Kuranı-Kerim den başlayarak,birçok bilim dalı ile özdeşleştirmeseydim,o bilgiyi hayatın içinde bir yerlerde aramasaydım sanırım gerçek bu kadar çıplak bir halde gözlerimin önünde dönüyor olamazdı.

LOKMAN HEKİM hikayesi de bu modellemeyi doğru bir biçimde yapıyor oldugumuz da yine benim için önemli bir noktayı işaret ediyor.

Nasıl mı ?

Bugün birçoğumuz biliyoruz ki ,bedenimizin ürettiği duygular hormonlar aracılığı ile,hormonlar ise doğru beslenme ile sağlanıyor.

Sağlıklı beslenme yi insanlarımız daha uzun ya da estetik bir yaşam aracı olarak algılıyor olsa da, hayatının tümünün besin maddeleriyle oluştuğuna malesef çok dikkat etmiyor.

Artık kabul etmeliyiz ki vücudumuz bir makine ve sen o makineye ne verirsen o sana geri dönecek,nasıl bir yazılım yüklersen makinen o yazılım doğrultusunda çalışacak.

İnsan yaradılış noktasında en mükemmel şekilde dizayn edilip hayata gönderilmiştir ve aksini uyguladığında mutlaka ve mutlaka yalnızca kendisine zarar verecektir.

Bu konuda en sevdiğim örnek;

Yalan söylemenin dinimizde yasaklanmış olma gerekçesinin ,
Yalan söylerken vücudumuzun sodyum ve potasyum dengesinde varolan değişiklik ve bu değişikliğin insanı kalp hastalıklarına kadar götürüyor olmasıdır.

Görüyoruz ki ,bizler yalnızca bize gönderilen bilgiler ışığında yaşadığımızda en mükemmel versiyonumuza kavuşabiliyoruz.

Şimdi gelelim Lokman Hekim ve sağlıklı beslenme konusuna.

Kuranda zikredilen ve kendisine hikmet verilmesi sebebi ile Lokman ül Hekim diye maruf olan bu kişi,uzun ömrü,bitkiler ile konuşması ve dağıttığı şifa ile kendi adını taşıyan ayette  adından söz ettirmektedir.

Lokman Hekim,uzun ömrü sırasında dağları tepeleri aşarak her hastalığa şifa sunacak bitkileri öğrenmiş ve bir kısmını dönemin insanlığı ile paylaşmıştır.Hatta ilminde o kadar ilerlemiştir ki ölümsüzlüğün  sırrını bile öğrendiği, fakat yeryüzüne Allah tarafından gönderilen bir melek ile reçetesini kaybettiği iddia edilmiştir.

Peki işaret nerde diyebilirsiniz ?

Akıl sahibi birçok insan,Kuran da anlatılan hikayelerin tüm dönemlere cevap verebilecek incelikte bilgiyle dolu olduğunu ve mutlaka bir konuda kıssadan hisse verdiğini bilir.

Bugün bunları henüz bilimin gücüyle daha yeni yeni keşfediyoruz.

İnsan bedeninin doğadaki besin kaynakları ile ilişkili olduğunu iddia eden bir başka açıklama vardır ki "NE VARSA ALEMDE,HEPSİ ADEMDE"yine aynı konuyu ele alan başka bir güzelliktir.

Yani biz topraktan geldiğimiz söylenirken,aslında bir şekilde de topraktan aldıklarımız ile uzun ve sağlıklı bir ömre sahip olacağımızı,

topraktan gelen kaynaklar ile her türlü ruhsal ve bedensel hastalıklara şifa bulabileceğimizi biliyoruz.

Ve yine söylenin aksini yapan insana baktığımızda,

Paketli gıdaların içindeki mısır nişastasının,cola nın içindeki aspartanın, zeka geriliği ve kanser yaptığı bilimsel olarak kanıtlanmış olmasına rağmen, bunları tüketmeye ve çocuklarımıza tükettirmeye devam ediyor,

florür lü suyun zararlarını bilmemize rağmen bugünün hasta insanları olarak, hayat sandığımız bu yolda ilaçlara bağımlı halde sürükleniyor gidiyoruz.

Bugün onkoloji servislerinin ve birçok hastanenin müşterisi olma gerekçemiz bize söylenenleri yapmak yerine kendi kurduğumuz sanal besin maddelerini tüketiyor olmamız.

Bugün anti-depresan kullanarak şifa aradığımız ruhsal hastalıklarımızın sebebi,vücudumuzun doğru besinleri almadığı için doğru hormonları ve duyguları üretemiyor olması.

Hala bağırsak sisteminin vücuttaki ikinci beyin olduğunu,doğru besinlerle çalıştırmadığımızda  despresyon hastalığına yakalandığımızı bilmiyoruz.

Ama biz insanız,akıllıyız ve her zaman uyanmak için bekliyoruz.

O zaman bugünün uyananı bizler olalım ve yeni dünya düzenine papuç bırakmayalım.

Bu zehirleri tüketelim diye milyarlarca dolar reklam sermayesi oluşturup bilinçaltımıza yanlış tüketim kodları yerleştiren otoritelere karşı duralım.

En büyük düşmanımız da biz,en büyük dostumuzda.

Sevgi ve farkındalık ile.















Sevgili Atam;
Geçmişim ve geleceğim.
Sen gideli tam 79 sene oldu.
Her 10 kasım'da,bugün de olduğu gibi içimizdeki, derin özlemle anıyoruz seni.
Utanarak söylemek istiyorum ki çok şey değişti hayatımızda.
Senin sevgin ve bıraktığın o ölümsüz eserler bizden alınmaya çalışılıyor ve belki bizler bu savaşta biraz yenik düşüyoruz.
Oysaki sen "EY TÜRK GENÇLİĞİ",
Birinci vazifen,Türk istiklalini,Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa ekmektir demiştin ve bu uğurda kendi hayatını evlatlarına, feda etmiştin.
Bizler bugün,bilimde,sanatta ve senin işaret ettiğin tüm bu alanlarda ilerlemek üzere senden ders almışken, hala Özcan Deniz 'in eski sevgilisinin boynundaki dövmeyi konuşuyoruz.
Üretmek ve bilimle aydınlanmak yerine,günlük hayatlarımızı daha keyifli hale getirmek için kendi benliklerimizi unutuyoruz.
O kadar bireysel çıkarlar üzerine hesaplar yapıyoruz ki, ulusal beraberliğimizi ve bütünlüğümüzü yalnızca büyük bir tehtit altındayken yada Çanakkale Haftası gibi özel günlerde yalnızca hatırlayabiliyoruz.
Çok ayrıldık birbirimizden,çok ayrıştırıldık ve biraz da teslim olduk belki de.
Bu yüzdendir ki,ben damarlarımda gezen bu asil Türk kanı, hakettiği değerlere yeniden kavuşmadan her 10 Kasım'da senden daha da utanarak anacağım seni.
Sana anlatmak istediğim çok derdim var ama bunu yazmaya kelimeler yetmeyebilir.
Bugün sana layık evlatlar olamıyoruz ama inanıyorum ki Türk Ulus u her defasında seninde inandığın gibi kırıldığı yerden bir gün yeniden doğrulacaktır.
Sevgiyle ,umutla ve özlemle kalbimdesin





Büyük resmi göremeyen,insanlar sevgisizlik çölünün ab-ı hayat suyunu arayan yolcularıdır ve bir gün mutlaka susuzluktan öleceklerdir.

Bu benim hayat görüşüm,siz dünya ya bakarken hangi kelimeler ile tasvir edersiniz bilmiyorum.
Tüm okul hayatımda,fizik derslerinden nefret ediyor olmam ve bugünün doyumsuz fizik araştırmacısı olmam,eğitim dediğimiz hapishanelerin bizi hayata değil mevcut sisteme köle yetiştiren tuzaklar olduğunu anlamamın en büyük delili olsa gerek.
Ne yazık ki,küresel sanayinin işçiye ihtiyacı var, anlayan ve sorgulayan insanlara değil.

Şu anda yaşadığımız insanlık krizinin en büyük sıkıntısı sanayi devriminde kalkınırken,insanlık devriminde sürekli geriye gidiyor oluşumuz.Bir de bunun üzerine hızlı gelişen dünya nın tüketim dişlisinin çarkları olmamız,durup yaşadığımız kainatı ve kendimizi anlamamızı bize hatırlatmamıza fırsat bile vermiyor.

Lakin küçük farkındalıklar hayat kurtarır.

İlim, ipin ucunu tuttuğunuzda size öyle rengarenk bir yumak veriyor ki,elin sevgiyle bütünleşirse ortaya türlü türlü motifler çıkabiliyor.

Biliyorum ki ,hepimiz ten kafesimizin içindeki sorgulayıcı ruhun esiriyiz.
Bu sorgulama yolculuğunu günlük zevklerle terbiye ediyor olmak ve ondan kaçmak,insanın kendisinden kaçmasından başka birşey değildir.
Bize hediye edilen muazzam bir akıl var ve o akıl evreni anlamak için bizlere sayısız ip ucu veriyor.

Entropi bunlardan yalnızca bir tanesi.

Bazen algınızı ortaya koymakta zorluk çekersiniz,bu konuda benim için bunlardan bir tanesi.
Blogumdaki her yazıda,hayatın değil sistemin yani evrenin küçük yansımaları olduğumuzu vurgulamaya çalışıyorum.Bu gördüğümüz hayat,dünya,evren,kainat adına ne derseniz deyin,yalnızca fizik kanunları ile düzenlenmiş,farklı bilimler ve ilim kaynakları ile desteklenmiş bir mekanizma.
Mekanizmayı anlamadan sevgiye,aşka düşmemiz mümkün değil.

Gelelim ENTROPİ ye;
Termodinamiğin ikinci kanunu olarak kabul edilen ENTROPİ,yani "düzensizlik kanunu"evrendeki düzeni ortaya koyan en büyük delillerden biridir.
Ayrıca bu kanun evrenin ezeli olmadıgını ve bir başlangıcının oldugunu da ortaya koymaktadır.
Bu yasaya göre evrenin toplam enerji içeriği sabittir ve entropisi yani düzensizlik kanunu sürekli artmaktadır.

Özetle,bir sistemin düzenli bir yapıdan,düzensiz bir yapıya geçmesi o sistemin entropisini arttırmaktadır.
Bir örnek vermek gerekirse,
Evinizin iki odasında farklı düzende iki  kütüphaneniz oldugunu düşünelim.
Birinci kütüphane,kitapların alfabetik bir dizilişle ve sıralı bir numaralandırma ile raflara dizildiğini düşünelim.Her şey çok nizami değil mi ?
İkinci kütüphanede ise,kitaplar dağınık bir halde,ne bir alfabetik diziliş ne de sıralandırma var.
Karmaşık,düzensiz bir yapı.
Birinci kütüphanenin nizami yapısı olması,düşük bir entropiye sahip  olduğunu,
İkinci kütüphanenin ise dağınık ve düzensiz yapısı sebebi ile yüksek bir entropiye sahip olmasını gerektirir.
Bu tanımlama temel yasa üzerinde bir tasvir oluştursa da fiziksel anlatımda tabi ki çok daha karmaşık bir haldedir.

Evrenin BİG BANG ile başlayan yaşamsal sürecinde,yüksek patlamanın etkisiyle ,yine yüksek bir entropi durumunun oluşması beklenirken aksine evren düşük bir entropi düzeyinde oluşmuştur.
Bu kusursuz matematik işte tam da böyle başlamıştır.
Kapalı bir sistemde enerji akışı tek yönlüdür ve bu akış tam bir denge noktasına gelinceye kadar devam etmektedir.
Bu denge noktasına termodinamik denge denir ve entropi en yüksek seviyesine ulaşır.
Tersine çevrilmesi mümkün olmayan bu durum evrenin de biz insanlar gibi bir yaşlanma sürecine gireceğini göstermektedir.

EZEL VE EBEDİ OLMAYAN EVREN.

Buna göre,evrende bir gün termodinamik  denge oluşacak ve sona erecek.
Evren sonsuzdan beri var olmuyorsa,evrenin bir başlangıcı var.Bu başlangıç durumundaki evren,düşük entropili bir halden yüksek entropili bir hale doğru gitmekte.
Evren 15 milyar yıldır,entropiyi arttırsa da hala son derece düzenli bir şekilde devam ediyor.
Buradaki bilmece,bu işin arkasında bu kanunları tasarlayan bir kudret,bir sanatkar olduğunu gösteriyor.

İşte ALLAH yeniden insana,kendi kudretini gösteriyor.

Ne zamanki evrenin ve insan yapısının içindeki bilimi ve kusursuz matematiği görsem,hayata gözlerim daha büyük bir aşkla bakıyor.
Bu yüzden size sınırsız bilim ve ilim havuzundan yalnızca bir bardak uzatmak istedim,bugün.
Ben her sabah gökyüzüne bakarken o sınırsız akıl karşısında derin bir aşka ve saygıya düşüyorum.

Bu aşkı dizginlemenin tek bir yolu var sevgili dostum,ışığını ve yüreğini seni YARADAN ın istediği gibi ,başka yaratılanlar ile paylaşman.
Bir gün hepimiz geldiğimiz topraktan,aynı toprağa gideceğiz.
AŞKI,paylaşmaktan başka bir ilacımız yok.

Haydi sende bugün bu aşkı paylaşmak için,köşe başında manav tezgahı olan o yaşlı amcaya sıcak bir çay demle.Yemeksiz kalmış bir kediyle paylaş öğle yemeğini.
Soğuktan üşüyen bir çocuga ver ceketini.

Paylaşmak ve sevmek yaradanın bize ruhundan verdiği en büyük hediye.
Hepinizi AŞK la seviyor ve layık oldugunuz güzelliklerin sizi bulmasını diliyorum.
Meri den sevgiler.